21 Aralık 2012 Cuma

SPOKE (BİSİKLET TEKERLEĞİ) İŞARETİ: EFÜZYONLU OTİTİS MEDİA TANISI İÇİN OTOSKOPİK BULGU

GİRİŞ
Çocukluk çağında rekürren veya persistan otitis media (OM) %40 gibi bir oranla en yaygın problemlerindendir. Efüzyonlu otitis media (EOM) akut otitin aksine ateş, otalji, otore gibi yakınmalara neden olmadan genellikle asemptomatik seyreder. OME aslında rekürren otitlerin için predispozan faktördür ve iletim tipi işitme kaybına neden olur. OME nedeniyle 6 ay-12 yaş arasındaki çocukların hayat kalitesini etkilediği gösterilmiştir (Rosenfeld Arch Otolaryngol Head Neck Surg, 1997;123:1049). 

Otitis Media 6 testiyle hayat kalitesindeki değişim ölçülebilir: i.fiziksel etkilenim, ii.işitme kaybı, iii.konuşmanın bozulması, iv.emosyonel stres, v.aktivite kısıtlanması, vi.bakıcının ilgisi gibi parametrelerin ölçüldüğü bir ankettir. 

OME çocuklar dışında ebeveynlerin çoğunda sinirlilik veya ajitasyon gibi yan etkilere neden olur (Boruk Otolaryngol Head Neck Surg 2007; 136:159): %29 uykusuz kalma, %56 günlük aktivitelerinde değişiklik oluşturur. EOM nedeniyle etkili konuşmada zayıflık, matematik ve sözel yetenekte geri kalmaya neden olabilmektedir. Ancak longutudinal çalışmalarda bu etkilenmelerin önemli olmadığı da savunulmaktadır. 

OME tanısı hastaların yaşlarının küçük olması, DKY'nun dar olması, serümenler ve çocuğun muayeneye direnç göstermesi nedeniyle zordur. OME tanısında miringotomi en kesin tanı yöntemidir ancak poliklinik şartlarında pratik değildir. Pnömotik otoskopi ile zar mobilitesinin incelenmesi önerilir ancak bu da çocuklarda basitçe zarın gözlenmesine göre çok daha zor bir işlemdir. Timpanometri faydalıdır ancak odyoloji klinikleri dışında bulunması zordur. Sadece otoskopi ile tanı konulabilecek bir bulgu olsa çok faydalı olabilecektir.

Orta kulakta efüzyon varlığı miringotomi ile kesinleştirilmiş olur ve bu durumda ventilasyon tüpü takılması tedavi yöntemidir. Bu çalışmada zardaki vasküler yapıların dolgunluğu ile oluşan "Spoke Sign" (SS-Bisiklet Tekerleği Bulgusu) ile OME arasındaki ilişki araştırılmıştır.

METOD
Mat gri renkli kulak zarının inferior bölümünün en az %50 alanında radial yerleşimli dolgun vasküler yapılardan dolayı bisiklet tekerleğine benzer görünümü SS olarak adlandırıldı. Ameliyata alınan çocukların otomikroskopi görünümlerinde SS bulgusu not edilir ve miringotomi sonrası sıvı olup olmaması da not edilir. Bulgular istatistiksel yöntemlerle incelenerek EOM prevelansı, SS sensitivitesi, spesifitesi, pozitif ve negatif prevelensa hem kulak, hem hasta bazında hesaplandı.
Miringotomi öncesi alınan video kayıtları Pediatristler (uzman ve asistanlar) ve KBB asistanlarınca seyredilerek oylanmış, cevapların uyumu Fleiss K testiyle incelenmiştir.
VT tüpü olanlar, kraniyofasiyal anamolisi olanlar (yarık damak, Down sendromu), aşırı miringosklerozu olanlar çalışma dışı bırakıldı.

SONUÇLAR
76 çocuk, 150 kulak çalışmaya katıldı. Ortalama yaş 2,13 (11 ay-10 yaş). %59 erkekti. 

OME+ kulak

79 SS+

0 SS-

Top.79

OME- kulak

5 SS+

64 SS-

Top.69

Toplam

84

64

148

OME+ çocuk

47 SS+

0 SS-

Top.47

OME- çocuk

2 SS+

27 SS-

Top.29

Toplam

49

27

76


Senyörün kararına göre 84 kulakta SS, 79 kulakta efüzyon vardı. Pozitif tahmin oranı %94 (79/84), negatif tahmin oranı %100 (64/64) bulundu. Efüzyonu olan 79 kulağın tümünde SS vardı (sensitivite %100). Efüzyonu olmayan 69 kulağın 64'ünde SS yoktu (spesifite %93, 64/69).
Çocuk sayısına göre 49 çocukta SS, 47'sinde efüzyon vardı. Pozitif tahmin oranı %96 (47/49), negatif tahmin oranı %100 (27/27) bulundu. Efüzyonlu 47 çocuğun tümünde SS vardı (sensitivite %100). Efüzyon olmayan 29 çocuğun 27'sinde SS yoktu (spesifite %93, 27/29).

VT takılmasından önce kaydı yapılan 27 video, SS konusunda eğitim verilen pediatri uzmanları, asistanları ve KBB asistanlarınca seyredilip, SS olup olmadığı yönünde görüşleri alındı. Ayrıca bu videoların görüntü kalitesi 1-4 arasında oylandı ve kalite açısından 3 ve üzeri not alan videolarla ilgili kararlar dikkate alınmış. Alınan cevapların uyumu için Fleiss K hesaplamaları yapılmış ve 0 ile 1 arasındaki değer slight (küçük), fair, moderate (orta) ve substantial (önemli) olarak gruplandırılmış. Pediatristlerin kararı (asistanlar 0,21, uzmanlar 0,24) fair seviyesinde, KBB asistanlarınca (0,61) substantial seviyesinde olmuştur.

TARTIŞMA
2004 yılında yayınlanan guideline göre OME tanısı için pnömotik otoskopi ve yardımcı tetkik olarak da timpanometre önerilmiştir. Pnömotik otoskopinin sensitivitesi %94, spesifitesi %80 olarak rapor edilmiştir (Takata Pediatrics 2003; 112:1379).
SS ile OME arasındaki yakın ilişki herhangi bir cihaz kullanmadan yüksek oranda tanı konulabileceğini göstermektedir. Ancak bu çalışmadaki oranlar deneyimli bir cerrahın kararına göre hesaplanmıştır. Verilen eğitim ile SS varlığı KBB asistanlarında daha yüksek oranda olacak şekilde öğretilebilir olduğu gösterilmiştir.

KAYNAK
Sridhara SK, Brietzke SE. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 2012;138(11):1059-63.

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90

http://masafak.tripod.com
 

20 Aralık 2012 Perşembe

Grup A Streptokokal Farenjit Tanı ve Tedavisi Klinik Yaklaşım Kılavuzu: Amerikan Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (IDSA) Güncellemesi

2002 yılında IDSA tarafından yayınlanan kılavuz, 2012 yılı Eylül ayında yayınlanan kılavuz ile güncellenmiştir. Önerilerin sistematik ağırlığı “güçlü” ve “zayıf”, kanıtlarının kalitesi ise “yüksek”, “orta”, “düşük” ve “çok düşük” olarak belirtilmiştir. Grup A Streptokokal Farenjit (GASF) Tanısı için Öneriler: I. GASF Tanısı Nasıl Koyulmalıdır? Boğazdan alınan sürüntünün hızlı antijen belirleme testi (RADT) veya kültürü yapılmalıdır. Klinik belirti ve bulgular tek başına viral ya da GASF ayrımı yapmak için yeterli değildir. Çocuk ve adölesanlarda RADT negatif çıkar ise, bu durum bir kültür alınarak desteklenmelidir (güçlü, yüksek). Test yüksek oranda spesifik olduğu için, pozitif RADT sonrası kültür kontrolüne gerek yoktur (güçlü, yüksek). Erişkinlerde RADT negatif çıkar ise, bu durumun kültür ile desteklenmesi gerekli değildir (güçlü, orta) çünkü GASF erişkinlerde daha düşük oranda görülür ve ardından akut romatizmal ateş (ARF) gelişme riski de çok düşüktür. GASF tanısında, anti-streptokokal antikor titreleri, güncel değil geçmiş olayları gösterdiği için önerilmemektedir (güçlü, yüksek). II. GASF için kimler test edilmelidir? Klinik ve epidemiyolojik bulguları viral etioloji düşündüren (öksürük, rinore, ses kısıklığı, oral ülserler) akut farenjitli çocuk ve erişkinlerin test edilmesi gerekli değildir (güçlü, yüksek). 3 yaşın altında çocukların test edilmesi gerekli değildir. Bu yaş grubunda ARF nadirdir. Ayrıca bu grupta GASF nadirdir ve klasik GASF klinik prezentasyonu da nadirdir. Kendisinden büyük kardeşi olması gibi başka risk faktörleri olan çocuklara test uygulanabilir (güçlü, orta). Tedavi sonunda RADT ya da boğaz kültürü önerilmemektedir (güçlü, yüksek). GASF’i olan bireyler ile aynı evde bulunan asemptomatik bireylere tanı testi yapılması ya da empirik olarak tedavi verilmesi rutin olarak önerilmemektedir (güçlü, orta). Grup A Streptokokal Farenjit (GASF) Tedavisi için Öneriler: III. GASF tanısı almış birey için tedavi önerileri nelerdir? GASF’i olan bireyler, uygun dozda uygun bir antibiyotik ile, organizmayı farinksten eradike edecek kadar süre (genellikle 10 gün) tedavi edilmelidir. Penisilin ve amoksisilin ilk tercihler olarak önerilmektedir (güçlü, yüksek). Penisilin alerjik bireyler için öneriler birinci kuşak sefalosporin (anafilaktik sensitivite yoksa), klindamisin, klaritromisin (10 gün); veya azitromisindir (5 gün) (güçlü, orta). IV. Ek olarak NSAID, asetaminofen, aspirin veya kortikosteroid verilmeli midir? Ek tedavi faydalı olabilir. Gerektiğinde orta/ağır belirtilerin tedavisi veya yüksek ateşin kontrolü için bir NSAID ajan veya asetaminofenin analjezik/antipiretik olarak uygun antibiyotiklere ek olarak kullanımı düşünülmelidir (güçlü, yüksek). Çocuklarda aspirin kullanımından kaçınılmalıdır (güçlü, orta). Kortikosteroidin ek tedavi olarak kullanımı önerilmez (zayıf, orta). V. Sık, rekürren belirgin GASF atakları geçiren bireyin farinkste taşıyıcı olması olası mıdır? Klinisyenlerin GAS laboratuar bulgusu olan, sık rekürren farenjit geçiren olgularda gerçekten birden fazla GASF geçiriyor olabileceğini olduğu kadar; kronik GAS taşıyıcısı olan bireyin tekrarlayan viral enfeksiyonlar geçiriyor olabileceğini de düşünmesini öneriyoruz (güçlü, orta). Bireylerin GAS taşıyıcısı olup olmadıklarını öğrenmek için çaba göstermelerini ya da taşıyıcı iseler antibiyotik tedavisi almalarını rutin olarak önermiyoruz. Çünkü, taşıyıcıların GASF’i yakınlarına yaymaları çok olası değildir; ayrıca, süpüratif ya da süpüratif olmayan (ör. ARF) komplikasyon geliştirme olasılıkları da yoktur ya da çok düşüktür (güçlü, orta). Sadece GASF frekansını azaltmak için tonsillektomi yapılmasını önermiyoruz (güçlü, yüksek).

13 Aralık 2012 Perşembe

TİNNİTUS TEDAVİSİNDE AKAPUNKTUR: SONUÇLARI HENÜZ BELLİ OLMAYAN DEVAM EDEN BİR ÇALIŞMA

TİNNİTUS
İnternal veya eksternal bir ses kaynağı olmadığı halde kişinin çınlama, uğultu veya bunları karışımı halinde bir ses işitmesi tinnitus olarak subjektf tinnitus olarak adlandırılır. Toplumun %10-15'inde görülür ve bunların yaklaşık %1-3'ü ciddi derecede rahatsız olgulardır (Heller AJ Otolaryngol Clin North Am 2003). Rahatsızlığın ciddi boyutta olduğu hastalarda konsantrasyon bozukluğu, seslere karşı hipersensitivite, anksiyete, depresyon, irritabilite, ajitasyon ve uykusuzluğa neden olur. Tedavisi için çeşitli ilaçlar (antidepresanlar, benzodiazepinler), kognitif terapiler, elektronik cihazlar denenmiş, tatminkar sonuçlar alınamamıştır. Patofizyolojisi tam anlaşılamadığı için kanıta dayalı tedavi protokolleri geliştirilememiştir (Lockwood AH N Eng J Med 2002).

AKAPUNKTUR
Akapunktur tekniği ile nöral stimulus yapıldığı, endojen opioid mekanizmaların ve nöropettidlerin devreye girerek beynin belirli bölgelerinin uyarıldığı nörolojik çalışmalarla gösterilmiştir (Okada DM, Braz J Otorhinolaryngol 2006). Akapunktur uygulamasıyla tinnitusun gerek şiddetinin, gerek rahatsızlık etkisinin hızlı bir şekilde önemli oranda düzeldiği, hayat kalitesinin arttığı, stresin azaldığı ve uykuların düzeldiği rapor edilmiştir (Axelsson A, Audiology 1994). Ancak karşılaştırmalı randomize 6 çalışmanın analizinde akapunkturun faydalı olduğuna dair kanıtlar gösterilememiştir (Parr J Arch Otolaryngol Head Neck Surg 2000). Ancak genlenekse Çin tıpbına (TCM) göre çınlama organının komşuluğundaki ve uzağındaki akapunktur noktalarının tek veya kombine uyarılmaları ile olumlu cevaplar alınabileceği ve tedavi edici etkisinin de sürdürülebileceği öngörülmektedir.

METOD
Çalışma 2012-14 yılları arasında 112 olgu üzerinde Çin Başkent Tıp Üniversitesinde kör-randomize yapılmıştır. Yaşları 18-65 arasında, en az 3 aydır tek veya çift taraflı tinnitus yakınması olup, herhangi bir ilaç almayan hastalar çalışmaya katılmıştır. Objektif tinnituslar, SVO, nörodejeneratif hastalıklar, otitis media, akustik tümör, beyin ameliyatı öyküsü, iç kulak malformasyonu, kafa travması, ototoksik ilaç hikayesi olan olgular, gebeler, teste doğru cevap veremeyenler, odyolojik testlere uyum göstermeyenler, korelasyon kurulamayan uyumsuz hastalar çalışma dışı bırakılmıştır.
Hastalara 4 hafta boyunca akapunktur uygulanmıştır. İşitme seviyeleri, minimal maske seviyeleri, rahatsızlık ses seviyeleri ölçülmüştür. Hastaların tedavi öncesi, 4.hafta sonunda ve 8.hafta sonunda testleri yapılmıştır. Hastaları randomize olarak dört alt gruba ayrılmıştır:
A - Lokal ve distal noktalara akapunktur uygulananlar
B - Lokal akapunktur uygulananlar, distal akapunktur noktası dışında uyarı yapılanlar
C - Distal akapunktur uygulananlar, lokal akapunktur noktası dışında uyarı yapılanlar
D - Lokal ve distal akapunktur noktası dışında uyarı yapılanlar
Uygulamalar Çin Sağlık Bakanlığından sertifikası olan ve 22 yıllık tecrübesi olan bir teknisyen tarafından steril iğnelerle yapılmıştır. Olguları bulan ekip ve tedavi sonrası bulguları toplayan ekip farklı tutulmuş, olguların gruplara dağıtımı bilgisayar desteği ile (SAS programı) başka bir ekip tarafından yapılmıştır.

ÖLÇÜMLER
VAS: Tedavi öncesi subjektif tinnitus yüksekliği ve rahatsızlığı ölçülmüştür. Aynı ölçümler 4. ve 8. haftada tekrarlanmıştır. 
THI:   Tinnitus Handicap Inventorry (THI) uygulanmıştır. Cevaplar Sıklıkla (4 puan), bazen (2 puan),  hiç bir zaman (0 puan) olarak puanlandırılmış ve 100 tam puan çok şiddetli tinnitus olarak değerlendirilmiştir.
   - F: Fonksiyonel (11 soru)
   - E: Emosyonel (9 soru)
   - C: Çok kötü (5 soru)
Matching: Tinnitusun ton ve yüksekliğinin ölçülmesi
TCS: Tedavi kredibilite skoru. Testi uygulayan kişi tarafından elde edilen 5 cevaplı bir değerlendirme olup 1 (hiç faydası olmadı) ile 5 (çok iyi geldi) arasındaki hastanın cevabı.
Çalışmanın 'kör"lük derecesinin ölçüldüğü bir değerlendirme olup 1 (çok emin) ile 7 (hiç bilmiyorum) arasında değişen cevaplarla, hastaya uygulanan tedavinin geleneksel bir akapunktur tedavisi miydi yoksa yeni bir akapunktur tekniği miydi sorularının yorumudur.
Ayrıca hastaların karşılaştıkları rahatsızlıklar, morarmalar, bulantı, baygınlık gibi yakınmalar da not edilmiş.

İSTATİSTİKSEL ANALİZ
Akapunktur yapılan gruptan elde edilen VAS değerlerin kontrol grubuna göre 20 puan daha azalma göstermesi anlamlı fark kabul edilmiştir. Ayrıca SPSS ile ANOVA testi uygulanmıştır. 

TARTIŞMA
Bu çalışma halen devam etmektedir ve henüz sonuçları açıklanmamıştır. Burada akapunktur uygulanan olgularla, gerçekte akapunktur noktası olmayan bölgelere yapılan uygulamalar karşılaştırılmıştır. Hastalara yapılan açıklama kontrol grubu için yalancı akapunktur yapıldığı değil, başka bir yöntemle akapunktur yapıldığı şeklinde olmuştur. Ancak uygunalan iğnelerin yönü, derinliği, süresi gibi kriterler değerlendirme dışı kaldığı için bazı eksiklikleri vardır. 
Bu çalışmadan elde edilecek sonuçlar tek merkezli olması, değişik akapunktur filozifileri, temelleri olması, akapunktur teknisyenlerinin yetiştirilme yöntemlerindeki farklılıklar gibi etkenler nedeniyle genele uygulanamayabilir.
Ayrıca tedaviyi uygulayan akapunktur teknisyeni grupların farkında olmaktadır. Akapunktur teknisyeninin de "kör" tekniğiyle tedavi uygulaması bu tedavi tekniğinde imkansızdır.
Son olarak da gruplardaki 28 kişilik hasta sayıları yeterince büyük olmaması sonucu etkileyen faktör olabilecektir.

Kaynak: Shi GX, Han LL, Liu LY, Li QQ, Liu CZ, Wang LP. Acupuncture at local and distant points for tinnitus: study protocol for a randomized controlled trial. BioMed Central 2012; doi:10.1186/1745-6215-13-224

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90

http://masafak.tripod.com
 

Disfaji (Yutma Güçlüğü) Rehabilitasyonunda Kullanılan Oral Egzersizler Sırasında Sağlıklı Bireylerde Görülen Beyin Aktivasyonu: Fonksiyonel Manyetik Rezonans Çalışması

Yaşlı popülasyonun artması, bakıma ihtiyaç duyan bireylerin sayısında da bir artışa yol açmaktadır. Örneğin Japonya’da bakıma ihtiyaç duyan birey sayısı 4,7 milyona ulaşmıştır. Buna paralel olarak bakıma ihtiyaç duyan yaşlı disfaji hastalarında da artış görülmektedir. Oral egzersiz eğitiminin yutmanın oral ve faringeal fazlarını desteklediği; faringeal konstriktör kas zayıflığı, dil ve dudak hareket bozuklukları gibi klinik durumlarda düzelme sağladığı; ayrıca periferik ve santral sinir sistemi üzerinde olumlu etkileri olduğu ifade edilmektedir. Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (FMRG) ile beyin aktivitesi kan oksijen seviyesi bağımlı (blood oxygen level dependent [BOLD]) sinyaller kullanılarak görüntülenebilir. Yakın dönemde bazı çalışmalarda tükürük ve su yutma sırasında beyin aktivitesi araştırılmıştır. Oral egzersizler sırasında, sağlıklı bireylerde dahi, FMRG kullanılarak yapılan çalışmalar çok kısıtlıdır. Ogura ve arkadaşları, oral kullanamama-atrofi hastalarında ağız içerisinde top yuvarlama şeklinde tanımladıkları yeni oral egzersiz ve konvansiyonel dil ve dudak egzersizleri sırasında FMRG sonuçlarını rapor etmiştir. 8 sağlıklı, sağ el kullanan, nörolojik ve psikiyatrik hastalığı olmayan genç birey şu egzersizleri uygulamıştır: 1. Dudak büzme ve dudak germe egzersizi: Ağız köşesini tekrarlayan şekilde çekerek dudağı dışarı çıkarmak 2. Dil çıkarma egzersizi: Tekrarlayacak şekilde dili dışarı ve içeri hareket ettirme 3. Lateral (yan) dil egzersizi: Dil kenarını tekrarlayan defalar sağ ve sol yanak içi mukozasına ittirme 4. Ağızda top yuvarlama egzersizi: Şekeri ağızda gezdirir gibi 1,8 cm çapında, kazara yutmayı önlemek için üzerinde sütürler bulunan topu ağızda sağdan sola gezdirmek Bahsedilen dört egzersiz 32 saniye hareket, 32 saniye dinlenme olacak şekilde bloklar halinde uygulanmış. Bireyler FMRG yapılmadan birkaç gün önce egzersizler hakkında bilgilendirilerek çalışma yapmaları sağlanmış. İşlem sırasında bireyler sırt üstü yatmakta imiş. Veriler Montreal Nöroloji Enstitüsü (MNI) şablonu üzerinde normalize edilmiş. Hastaların kafa hareketini minimize etmek için 1 mm ve 1 dereceden az hareket oluşacak şekilde kafaları sabitlenmiş. Precentral gyrus (motor bir alandır) ve serebellum (motor ve duyusal fonksiyonları kontrol eder) aktivasyonu her 4 egzersizde de görülmüştür. Yine dört egzersizin hepsinde her iki hemisfer aktive olmuştur. Ancak 4 egzersiz içerisinde top yuvarlama egzersizinde daha geniş bilateral aktivite alanları ve en yüksek değerler elde edilmiştir. Dudak büzme ve dudak germe egzersizi: Serebellum, presentral gyrus ve postsentral gyrusta bilateral aktivite, lentiform nukleusta sadece sağda aktivite. Dil egzersizleri: Presentral gyrus bilateral olarak aktif, beyin aktivitesi daha geniş alanlarda izleniyor, aktivite değerleri dudak egzersizlerine göre daha yüksek. Top yuvarlama egzersizi: Dudaklar, dil ve bukkal mukozanın koordine hareketini gerektiriyor. Dört aktivite içerisinde aktivite alanlarının en yaygın ve aktivite düzeyinin en çok olduğu egzersiz. Bu aktivite sırasında duyusal stimülasyonla ilgili olan postsentral gyrusta olan aktivitenin bukkal mukozaya dokunmalar sırasında olduğu düşünülüyor. Medial frontal gyrusta aktivite sadece top egzersizi ve lateral dil egzersizinde bulunmuş. Bu bölgenin hafıza, motor hazırlık ve uzaysal dikkat ile ilgili olduğu bildiriliyor. Serebellum ve talamus aktivitesi de daha önce dil hareketleri ile bildirilmiş ancak top egzersizinde aktivite daha fazla bulunmuş. Serebellum aktivitesinin yapılmakta olan egzersizin karmaşıklığı ile ilişkili olduğu düşünülüyor. Lentiform nukleus (putamen) motor öğrenme ile ilişkilendiriliyor. Bu bölge lateral dil, dudak ve top egzersizinde aktif. En yüksek aktivite top egzersizi ile elde edilmiş. Bu çalışma ile ayrıca, dil hareket egzersizlerinin ağızda yiyecek olmadan daha etkin olduğu ifade ediliyor. Dilin, bolus oluşturma, bolusun tutulması, bolus besleme ve çiğneme hareketleri sırasında da önemli olduğundan, dolayısıyla disfaji tedavisi sırasında dil hareketlerine geniş yer verilmesi gerekliliği ifade ediliyor. Burada bahsedilen top egzersizinin basit aşamalardan yiyecek kullanılacak aşamaya geçmeden önce kullanılabilecek etkin bir yöntem olabileceği vurgulanıyor. Yazının tam metnine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Ogura 2012 Dysphagia

30 Kasım 2012 Cuma

SİSTEMİK STEROİDLERE DİRENÇLİ ANİ İŞİTME KAYBI OLGULARINDA TOPİKAL IGF1 TEDAVİSİNİN ODYOMETRİK SONUÇLARI

GİRİŞ
Akut sensöryal işitme kayıplarının en önemli bölümünü SSHL (ani sensörinöral işitme kayıpları oluşturur. Genellikle ilk 2 hafta içinde olguların %30-60'ında işitmelerinde artama oluşur. En yaygın tedavi sistemik kortikosteroid kullanılmasıdır ve olguların %20'sinden cevap alınamaz. Murillo-Cuesta ve ark. tarafından 2011 yılında insülin-like growth faktör 1'in (IGF-1) kohleanının desteklenmesindte önemli etkileri olduğu gösterilmiştir. GF gibi ilaçların sürekli verilmesinin daha etkili olduğu bilinir ve bu ajananın kohleaya sürekli verilebilmesinin bazı zorlukları vardır. Yazarlar bu amaçla jelatin hidrojele emdirilmiş halde ilacı topikal olarak kullanmışlardır.

Yazarın 2010 yılında yaptığı ön çalışmada IGF1 uygulamasından sonraki 12. ve 24.hf odyogramlarında 250-4000 Hz bandında ortalama 10 dB üzerinde kazanç elde etmişlerdir. 3.ayda olguların %48'inde, 6.ayda %56'sında kazanç görülmüştür. 

MATERYAL METOD
AİK tanısıyla steroid tedavisi sonrası ortalama 10 dB'in altında işitme kazancı olan ve ilk 29 g içinde IGF1 tedavisi alan 25 hastanın (13 kadın, 23-72 yaş, median 49) kayıtları retrospektif olarak incelenmiş. AOM, KOM, SOM, tubal disfonksiyon, KC disfonksiyonaları, pitüter ve adrenal disfonksiyonları, hayatı tehdit eden sistemik hastalıklar, ciddi ilaç allerjileri, son 1 yıldaki alkol ve madde bağımlıları, gebeler ve süt veren anneler çalışma dışı bırakılmış. 

Hastalara jelatin hidrosel içinde IGF1 (median 23.gün, 15-32g??) topikal olarak uygulanmış. 3 mg jelatin hidrosel (domuz derisinden) içinde 10mg/ml (Mecasermin SF içinde) konsantrasyondaki IGF1 solüsyonundan 30ul alınarak uygulamadan 60 dk önce karıştırılmış ve LAA timpanotomi yapılarak yuvarlak pencereye yerleştirilmiştir. Hastalar işlemden sonra 4 gün yatırımış ve 24 hafta sonra genel kontrola çağrılmıştır.

Hastaların odyogramları yattıkları gün, 1, 2, 4, 12 ve 24.haftalarda ölçülmüş, 250-4000 Hz hava yolu eşikleri saptanmıştır. Her bir frekanstaki ve ortalamadaki değerler karşılaştırılmıştır. Hiperbarik oksijen tedavisinin inclendiği 199 olguluk çalışmanın sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır (Miura M, 2008). 

SONUÇLAR
Tedavi öncesi ortalama PTA 81,2 dB iken 24.haftada 69,3 dB olmuştur. Benzer iyileşme her bir frekans için istatistiksel olarak anlamlı derecede artmıştır. Ortalama kazanç değeri 11,9 dB bulunmuş. Bu durum her bir frekans için de doğru olmakla birlikte en az kazançlar 2 ve 4 kHz için bulunmuş. 

Takip süresince 4.haftada 11 hasta 10 dB, 4 hasta 20 dB; 12.haftada sırasıyla 12 ve 7 hasta, 24.haftada 14 ve 8 hastanın işitmesi daha iyiye ulaşmıştır. Bu durum IGF1 ile tedavinin zamanla sonuçlarının daha iyi olduğunu göstermekttedir. Tedavinin 4. haftasında kazanç sağlayacak hastaların önemli bir bülümüne ulaşılmış, ancak tedavi etkinliğindeki artma 6.aya kadar devam etmiştir. 

IGF1 tedavisi ile alınan ortalama sonuçlar (11,9 dB'e 8 dB kazanç) ve her bir frekanstaki kazançlar, hiperbarik oksijen tedavsine göre daha yüksek bulunmuştur, ancak 1 kHz'deki fark hariç (14 dB'e 9 dB)  istatistiksel olarak anlamlı değildir.

TARTIŞMA
Frekanslara göre bakıldığında en büyük kazanç 500 Hz'de 16 dB olarak görülmüştür. Pes tonlardaki kazancın genelde daha iyi olması, kohleanın yüksek frekans bölgelerinde irreversible bir dejenerasyon nedeniyle olabilir. Spontan düzelmenin ilk 2 haftada tamamlandığı öne sürülür (Mattox DE, 1977 ve Byl FM, 1984). 

IGF1 hayvan çalışmalarında işitme fizyolojisine faydaları gösterilmiş, gürültü ve iskemiye bağılı kohlear hasarları önlediği rapor edillmiştir. (Iwai K 2006, Lee KY 2007, Fujiwara T 2008). 
Bu etkinin;
1. Ölmek üzere olan hücrelerin IGF1 reseptörlerinin uyarılmasıyla kurtarılması (Aburto MR 2012),
2. Kohlea hücrelerine glukoz transportunun regülasyonu. IGF1 aynı zamanda insülin gibi davranarak bu etkiyi oluşturmaktadır (Olmos PR 2011).

Sistemik steroidlere dirençli olgularda intratimpanik steroid tedavisi, hatta ilk seçenek olarak dahi seçimesi önerilmektedir. İntratimpanik steroid tedavisinde ortalama 4.haftada 20-25 dB kazanç sağlanmakta ve daha uzun takiplerde bu değer stabil kalmaktadır.

KAYNAK
Nakagawa T, et.al. Otol Neurotol 2012;33:941-6.

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90

http://masafak.tripod.com
 

28 Kasım 2012 Çarşamba

Sulkus: Eksizyon, Birincil Sütür ve Medializasyon Laringoplasti

Sulkus vokalis (SV), ses tellerinin tanısı en zor koyulabilen ve tedavisi en güç rahatsızlıklarından birisidir. Etiolojisi tam olarak anlaşılmış değildir. Yaklaşık yarısının konjenital olduğu düşünülmektedir. Fonotravma ile, ya da ses kıvrımı kistinin patlaması sonucu oluşabileceği de bildirlmektedir. Histolojik olarak, lamina proprianın yüzeysel kısmı yoktur, bazı olgularda vokal ligamentin de bulunmadığı gözlenmektedir. Ford tarafından yapılan sınıflamasına göre tip 1 fizyolojik SV, tip 2 ses kıvrımı serbest kenarında çizgi şeklinde depresyon, tip 3 ise derin, cep benzeri oyuk olarak ifade edilmektedir. SV tanısı videolaringostroboskopik olarak koyulabilir. Ancak bazı olgularda kesin tanı ancak mikroskop altında ameliyathane koşullarında koyulabilmektedir. SV tedavisinde ses terapisi, cerrahi ya da her ikisinin birlikte kullanımı temel teşkil etmektedir. Cerrahi tedavi seçenekleri şunlardır: 1. insizyon ve sulkus epitelinin kaldırılması 2. insizyon ve sulkus epitelinin kaldırılması; otolog yağ, fasya, ya da başka maddeler ile greftleme 3. insizyon ve sulkus epitelinin kaldırılması; sulkus boyunda dikey kesiler yapılması 4. eksizyon ve oluşan defektin birincil sütürasyonu 5. lazer uygulamaları 6. steroid ya da başka rejeneratif maddelerin enjeksiyonu 7. eksizyon ve oluşan defektin birincil sütürasyonu; medializasyon laringoplasti Yılmaz, yukarıda 7 numaralı olarak ifade edilen metodu ile ameliyat ettiği 44 olgusunu sunmuştur. Olguların tamamında tip 2 ya da 3 sulkus mevcuttur, hastalara ameliyat öncesi ses terapisi uygulanmıştır. Hastalar ameliyat öncesi ve ameliyattan 1 yıl sonra GRBAS, SHE-30, videolaringostroboskopi ile glottal kapanma, mukozal dalga amplitüdü, simetrisi ve periyodisitesi açısından değerlendirilmiş, akustik ve aerodinamik analizleri yapılmıştır. Tüm hastalara eksizyon ve oluşan defektin birincil sütürasyonu ile birlikte 2 olguda bilateral yakınlaştırma laringoplastisi, 42 olguya ise hyaluronik asit veya kalsiyum hidroksiapatit ile injeksiyon uygulanmıştır. Hastalar 4-8 hafta süren ciddi disfoni tarif etmiş, ancak sütürleri 4-6 haftada kendiliğinden atılmış, sonrasında ise sesleri belirgin düzelme göstermiştir. Ameliyat öncesi ve sonrası değerlendirilen verilerden GRBAS parametrelerinden G,R ve B değerleri istatiksel anlamlı derecede düzelirken, A ve S değerlerinde değişiklik görülmemiştir. SHE-30’da anlamlı derecede düzelme görülmüştür. Glottal kapanma ve mukozal dalga amplitüdünde anlamlı düzelme görülmüş, simetri ve periyodisitede fark görülmemiştir. Aerodinamik analiz parametrelerinden maksimum fonasyon süresi, ortalama hava akımı hızı, ortalama etkinlik ve ortalama basınç değerleri anlamlı derecede düzelmiş, ortalama güç ve rezistansta fark görülmemiştir. Uzatılmış ses analizinde temel frekans ve yumuşak fonasyon endeksi dışındaki tüm parametrelerde, metinden ses analizinde ise temel frekans, ses türbülans endeksi ve yumuşak fonasyon endeksi dışındaki tüm parametrelerde anlamlı istatiksel anlamlı iyileşme saptanmıştır. Sulkus konusunda yayın sayısı çok azdır. Tedavi için ise çok sayıda değişik alternatif önerilmektedir. Cerrahi tedavinin sonuçları konusunda hastaların beklentilerinin gerçekçi ve düşük düzeyde olması gereklidir. Yazının tamamına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Yılmaz EAORL 2012 Doç.Dr. Haldun OĞUZ www.haldunoguz.com

23 Kasım 2012 Cuma

TEK TARAFLI UTRİKÜLER DİSFONKSİYONA BAĞLI HORİZONTAL NİSTAGMUS

Tek taraflı vestibüler bozukluklar genellikle spontan nistagmus ve gözlerin bir tarafa kayması şeklinde statik bulgular oluşturur. Kanal fonksiyonlarının  dinamik simetrisi HTT ve video-HTT ile gösterilebilmektedir. Tek taraflı vestibüler kazanç eksikliği gözlerdeki sakkadik hareketle ortaya konulabilir. Oküler vestibüler uyarılmış miyojenik potansiyel (oVEMP) testiyle utrikuler fonksyonel asimetri ölçülebilir. Hava yada kemik yoluyla verien akustik stimulus ile utrikulus uyarılır ve gözlerin altına yerleştirilen yüzeyel EMG elektrotlarıyla myojenik potansiyeller (n10 dalgası) ölçülür (Curthoys IS. Laryngoscope 2012; 122:1342). Aynı yöntemle sakkülüsün uyarılması sonucunda servikal vestibüler uyarılmış myojenik potansiyeller (cVEMP) gergin haldeki SCM üzerinden (p13-n23 dalgası) EMG elektrotlarıyla kaydedilebilir.

OLGU
Şiddetli dengesizlik, baş dönmesi, bulantı ve kusma, solukluk yakınmalarıyla başvuran 61 yaşındaki erkek hasta otonörolojik açıdan incelenmiştir. Kafa travması tanımlamayan hastada aynı zamanda sağ AİK ve tinnitus tablosu da vardı. Hastanın akut atakla ilk başvurusu sağ AİK ve akut parsiyel labirentit olarak kabul edildi. Otoskopisi, timpanogramı, ABR bulguları normaldi. Karanlıkta infra-red ışık altında sağ kulağa vuran horizontal nistagmusu vardı. Nistagmusu vizüel fiksasyonla baskılanıyordu. vHTT testi normal bulundu. Bitermal kalorik test normaldi. Superior kanala yönelik HIT normaldi. Kontrastlı posterior kranial fossa MR incelemesinde 8.sinirler ve beyin sapı yapıları normal ve simetrik bulundu. Değişik postürlere bağlı TA ölçümleri, göz fonksiyonları ve biyokimya sonuçları normaldi.

VEMP
Kemik yolundan 500 Hz vibrasyon ile bilateral eşzamanlı uyarılma sonucunda, sağ göz altından elde edilen n10 dalgası sola göre daha büyük bulunmuştur. oVEMP ile n10 cevabı çapraz reaksiyon sergilediği için bu sonuç sağ utrikuler disfonksiyona işaret etmektedir. cVEMP cevapları ise bilateral simetrik bulunarak sakküler fonksiyonların normal olduğuna işaret etmektedir. Bu tek taraflı utrikuler fonksiyon bozukluğu muhtemelen sağ AİK ile seyreden sınırlı labirentit sonucundadır. 

NİSTAGMUS
Hastadaki sağa vuran ve vizüel fiksasyonla suprese olan nistagmus periferal lezyonu göstermekte ve sol kanalların hipofonksiyonuna işaret etmektedir. Halbuki testler sağ utrikuler hipofonksiyonu göstermektedir. Ponstaki vestibüler nükleuslarda otolithlerden gelen nöronların lateral kanaldan gelen nöronlara yakınlığı ve otolith stimulasyonlarının lateral kanal stimulasyonu gibi cevap oluşturduğu gösterilmiştir (Uchino Y, Exp Brain Res 2005;164:271).

KAYNAK
Manzari L, Burgess AM, Curtboys LS. Eur Arch Otorhinolaryngol 2012; 269:2441-5.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90

http://masafak.tripod.com

EAGLE SENDROMUNDA STİLOİDEKTOMİ SONRASINDA GELİŞEN TRİGEMİNAL NEVRALJİ


EAGLE SENDROMU
Eagle sendromu ilk olarak 1937 yılında tanımlanmıştır. Genellikle tonsillektomi uygulanan olgularda rastlanılmaktadır. Travma, cerrahi vb nedenlerle stiloid proses uzar ve kalsifiye olarak, hemen komşuluğundaki V, VII IX, X ve XI.kranial sinirlere bası yapabilir. Genetik polimorfizm, erken menapoz başlangıcı gibi etkenler ossifikasyonundan sorumlu tutulmuştur. Normalde 2.5-3 cm dolaylarında olan stiloid prosesin daha uzun olmasıyla ilgisi vardır. Genellikle 30 yaşın üzerindeki bayan hastalarda görülür. Stiloid proses uzaması incelenen olguların yaklaşık yarısında bilateral görülse de, semtomlar bu olgulaın yarısında unilateraldir.
Eagle sendromu orofarinkste oluşan rekürren ağrıların kulağa, yanağa, çeneye, göze ve boyuna doğru yayılması şeklinde görülür. Künt ve sürekli bir ağrıdır. Ayrıca disfaji, globus farinjis, odinofaji ve boyun rotasyonunda ağrı yakınmaları görülebilir. Sık rapor edilen bir antitedir ve muhtemelen rapor edilmesine göre daha sık karşılaşılan bir problemdir.

OLGU
68 yaşındaki bayan hasta 25 yıldır künt, sürekli ve ciddi derecede sağ traflı boğaz, boyun, diş ve çene ağrıları çekmekte, disfajisi bulunmaktaymış. 50 yıl önce tonsillektomi geçirmiş. Hasta sağ taraftan diş çektirmiş, carbamazepin (Tegretol), baclofen (GABA derivesi-Lioresal) yüksek doz opioid türevleri (Morfin, Kodein) kullanmış fayda görmemiş.10 yıl bu yakınmalarla takip edilen hastaya BT ile sağda 6 cm, solda 3.2 cm saptanan stiloid proseser ile Eagle sendromu tanısı konularak manuel sağ stiloid proses fraktürü uygulanmış ve ağrıları rahatlamış. 2 yıl sonra sağ V1'de (oftalmik sinir) zona gelişip, spontan iyileşmiş ve sekel kalmamış. Früktürden 5 yıl sonra diş fırçalama, konuşma, hafif dokunuşlarla tetiklenen üst dudağa ve alna yayılan kısa süreli elektrik çarpar gibi ani bir ağrı gelişmiş. Günlük 800-1600 mg carbamezapine ve 10 mg baclofen tedavisiyle şikayetler kontrol altına alınmış ancak hastada dengesizlik problemleri, yürüme zorlukları geliştiği için düzenli kullanılamamış. MR çekilmiş ve sağ superior serebelar arterde trigeminal sinir köküne bası yapan bir loop saptanmış.  Hastaya cerrahi veya radyocerrahi önerilmiş ve Gamma Knife ile müdehale edilmiş, ağrılar ve semtomlar rahatlamış.

TARTIŞMA
Stiloid proses mastoid prosesin anterioruna doğru kulağın altında bulunan silindir şeklinde bir kemik çıkıntıdır. İnternal ve eksternal karotid arterlerin arasında bulunur. İnternal juguler vein, glossofaringeal sinir, vagus, hipoglossal sinir, aksesuar sinir prosesin medialinde bulunur. Prosese stylohyoid ve stylomandibuler ligamanlar ile, stylofaringeus, stylohyoid ve styloglossus kasları yapışır.
Tonsillektomi sonrasında oluşan fibrozise bağlı erken dönemde komşu sinir yapılar etkilenebilir. Ancak bu olguda tonsillektomi sonrası 10 yıl gibi uzun bir süreç söz konusudur.
Eagle sendromu iki ayrı klinik paternde görülür. Biri kranial sinirlerin etkilendiği ağrılarla seyreden form, diğeri internal karatid arter basısına bağlı TIA atakları. Karotis çevresindeki sempatik sinirlerin etkilensiyle de başka klinik tablolar görülebilir. Ağrı glossofaringeal nevraljiye benzer ancak künt ve devamlıdır.
Ağrının oluşum mekanizması için değişik hipotezler vardır (Ceylan A, Skull Base 2008; 18:289):
- komşuluğundaki sinirlere bası (IX, korda timpani, V.sinir alt dalları)
- ossifiye stiloid ligamanın kırılması
- internal karotid arter basısı
- stiloid insersiyonunda inflamatuar değişiklikler
- uzamış prosesin faringeal mukozayı irrete etmesi
- tonsillektomi sonrası oluşan fibrozis ve yapışıklıklarla komşu kranial sinirlerin çekilmesi.
Ağrı olguların yaklaşık %40'ında boyuna, %40'ında boğaza yayılır, %15'inde yutkunma sırasında ağrı yakınması olur (Harma R, Acta Otolaryngol 1967;63-Sup.224;149).
Bu olgudaki boyun ve mandibuler sinir boyuncaki ağrılar Eagle sendromuna bağlı olsada, oftalmik ve maksiller sinir boyunca gelişen ağrıları muhtemelen sağ superior serebellar arter basısıyla gelişen trigeminal nevraljiye (TN) bağlı olmalıdır. Tanımlanan künt ağrılar pre veya post nevraljik ağrılar olabilir. TN'de ilk görülen ağrı dişten veya TME'den geliyor gibi yorumlanır, bunu takip eden günler hatta yıllar sonra tipik TN atakları atipik intervallerle gelişebilir. Pre-trigeminal nevraljilerde vagal eksizyon veya intraoral protez uygulaması yapıldığı ve ağrıların hafiflediği bildirilmiştir. Diş çekimleri yapılıp bir süre için rahatlama olabildiği de görülmüştür. Yani bu hasta aslında başından beri bir TN olgusu olabilir. İlk görülen ağrıları V3 semptomları olarak ortaya çıkmış, buna bağlı gerilmeler ile uzun olan stiloid proses etkisiyle de IX sinir ağrılarına yol açmış olabilir.
Hastada cerrahi sonrası TN öncesi gelişen Zona, postherpetik TN tablosuna dönüşmemiştir. Zona daha çok torasik dermatomları tutarken, ikinci sıklıkta V.sinir tarasesinde görülür. Ağrı yalnızca veziküler dönemde oluşur ve geçer. Postherpetik TN %10-20 olguda gelişir ve yaşın ilerlemesiyle bu oran artar ve genellikle rashları takip eden 1-6 ayda görülür.

KAYNAK
Blackett JW, Ferraro DJ, Stephens JJ, Dowling JL, Jaboin JJ. Journal of Medical Care. 
 
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC
Mobile Phone KKTC:  0 542 877 55 66 
                         TC:  0 532 361 18 90

İDİYOPATİK SENSÖRYAL ANİ İŞİTME KAYIPLARI İÇİN AMERİKAN KBB AKADEMİSİNİN REHBERİ

GİRİŞ
İdiyopatik sensöryal ani işitme kaybı (SSNHL) çok endişe verici ani ve acil bir durumdur. Prevelansı 5-20/100000 dolaylarındadır. Yani Türkiye'de yılda yaklaşık beş-on bin yeni olguyla karşılaşılabilmektedir. Bu rehberin amacı işitme kaybı ile başvuran hastalar arasından SSNHL olanları ayırdetmek, tedavi yöntemleri açısından farklılıkları azaltmak, gereksiz incelemeleri azaltmak ve hastaların işitmelerini rehabilitasyonlarını iyileştirmektir.

TANIMLAR
1. Ani işitme kaybı (SHL): Bir hastanın 72 saat içinde aniden gelişen bir veya her iki kulağında birden işitmesinde azalma hissetmesi
2. Ani sensörinöral işitme kaybı (SSNHL): Bir SHL tablosunun (a) sensörinöral karakterde ve (b) bazı odyometrik kriterleri sağlaması halidir;
    a. Lezyonun kohleada, sekizinci sinirde veya santral işitsel merkezlerde algı yada işlemleme patolojisi olması
    b. Ardışık en az 3 odyogram frekansında 30 dB ve üzerinde işitme kaybı oluşması
3. İdiopatik SSNHL(ISSNHL): Yeterli araştırmaya rağmen tanımlanabilen bir faktör bulunamaması.

PROGNOZ
SSNHL olgularının maksimum %32-65'inin spontan iyileştiği rapor edilmektedir (Conlin AE, Arch O-HNS 2007). İyileşmeyle ilgili prognostik faktörler vardır; yaş, başlangıça vertigo bulunması, işitme kaybının derecesi, odoyometri konfigürasyonu, tedaviye başlama zamanı (Haynes DS, Laryngoscope 2009). Özellikle idiopatik olguların uzun süre takip edilmeleri durumunda etiyoloijileri aydınlatılabilmektedir. İşitmesi düzelmeyen olgularda veya kalıcı tinnitus durumlarında devamlı otolaryngologic, odyolojik ve psikolojik tedavilere ihtiyaç duyulabilir.

UNUTULMAMASI GEREKEN ÖNEMLİ NOKTALAR
1. İlk başvuruda SSNHL olgularının ancak %10-15'inde etiyolojik faktör belirlenebilir. Yaşamı tehdit edebilecek ve acil müdehale gerektiren durumlar oldukça nadirdir. Uzun süre takip edilen olguların ancak üçte birinde etiyolojik faktör saptanabilir.
2. Olguların %85-90 gerekli incelemeler yapılsa da idiopatiktir ve tedavi etiyoloji bilinmeksizin seçilmektedir. Bu yaklaşım muhtemelen bu tip olguların etiyolojik faktörlerinin birbirine çok benzer olabilmesi nedeniyle uygundur.
3. SHL olgularında ilk semptom kulak dolgunluğu veya tıkanıklığı olabilir. Bu semptom çok sık karşılaşılan bir durum olduğu için, hem hasta hem doktor durumun ciddiyetini ilk başta anlayamayabilir. Bu nedenle de değerlendirme ve tedaviye başlama gecikebilir. Yeni başlayan bir kulak dolgunluğu veya tıkanıklığı durumunda tam bir inceleme yapılmalıdır.
4. Bazen de SHL çok endişe verici olabilir, özellikle tinnitusun eşlik ettiği SSNHL olgularında anksiyete ve depresyona kadar klinik tablolar görülebilir. İşitme sağlığını koruma ekibinin tüm elemanları, bu tip hastalarda psikolojik yardıma ihtiyaç olduğunu bilmelidir.
5. Bu olguların tedavisinde işitme cihazları, işitmeye yardımcı teknolojiler, tinnitus tedavisi ve implante edilen işitme çözümlerine ihtiyaç duyulabilir.
6. Bu tip olgulara bir ekiple yaklaşım daha iyi olacaktır.

BİLATERAL SHL OLUŞTURABİLECEK PATOLOJİLER
1. Menenjitler. Enfektif, inflamatuar veya neoplazmlar  nedeniyle oluşabilir. Genellikle başağrısı, BOS değişiklikleri ve diğer kranial sinir bulguları bulunabilir.
2. Otoimmun iç kulak hastalıkları. Bazen fluktuasyon gösterebilir ve bazen eşlik eden vertigo bulunabilir.
3. Lyme hastalığı. Eritema kronikum migrans gösterir ve BOS değişiklikleri bulunabilir.
4. Sifiliz. FTA-abs testi, bilateral fluktuasyon gösteren HL, tabes dorsalis ve multiorgan tutulumları tipiktir.
5. Ototoksik tedaviler. Vestibüler patolojiler eşlik eder.
6. Travma. Kafa travması, barotravma veya temporal kemik fraktürleri nedeniyle gelişebilir.
7. Ramsy-Hunt sendromu. Herpes zoster oticus olarak da adlandırılır. Otalji, pinna ve DKY'da veziküller, fasial paralizi, viral titrelerde yükseliş, virüs kültürlerinde etken üretilmesi gibi özellikler taşır.
8. HIV otitis. Pozitif HIV titrleri, T hücre sayılarında değişmeler, mastoidit tablosu ve bu tabloyla orantısız olarak diğer kranial sinir patolojileri oluşmasıyla karakterizedir.
9. Kurşun zehirlenmesi. Öğrenme zorlukları ve hikaye dikkat çekici olmalıdır.
10. Genetik hastalıklar. Sendromik veya sporadik olabilir.
11. MELAS (Metabolik Ensefalopati Laktik Asidoz Stroke benzeri nöbetler). Laktik asit seviyelerinin yükselmesiyle birlikte görülen bayılma ve felç benzeri nöbetler, MR ile beyaz cevherde sinyal değişiklikleri, migren benzeri baş ağrısı nöbetleri, mitokondrial gen mutasyonları (Mt-RNRI, Ms-TSI, POLG genleri) gibi özellikleri tipiktir.
12. VBY (Vertebro Baziler Yetmezlik). Özellikle bilateral vertebro baziler sistem simultane oklüzyonları sonucunda oluşur. Vertigo, disartri, yüzde güçsüzlük,  ataksi, nistagmus, CT ve MR angiografi bulguları ile tipiktir.
13. Cogan sendromu. Korneanın nonsifilitik interstisyel keratiti, işitme kaybı ve vertigo ile karakterizedir.
14. NF2. Anormal MR ve serebrovasküler görüntüleme teknikleriyle anlaşılır.
15. Sarkoidozis. Akciğer bulguları, bilateral denge bozuklukları, serumda ACE artışı, Galyumlu görüntülemelerle tanınabilir.
16. Hiperviskozite sendromu. Mukoz membranlarda kanama, nörolojik ve pulmoner semptomlar, retinopati gibi özellikler gösterir.

KULAĞININ TIKANDIĞI VEYA KAPANDIĞINI BİLDİREN HASTANIN ŞİKAYETİNİN ANLAMI
1. Bu yakınma daha öncesine ait bir odyogram bulunması halinde TAM KESİN olarak ortaya konulabilir.
2. Önceden yapılmış herhangi bir odyogram olmamasına rağmen hastada herhangi bir kulak hastalığı hikayesi yoktur ve hastanın daha önceden hissettiği herhangi bir işitme azlığı yakınması yoksa durum KESİN olarak kabul edilebili.
3. Hastanın eskiden beri devam eden bir işitme azlığı yakınması vardır ve yapılan incelemelerle bu tespit edilmiştir ancak şu andaki durumun daha kötü olduğu ifade ediliyorsa OLDUKÇA KESİN olarak kabul edilebilir.
4. Hastanın eskiden beri olan işitme azlığı yakınmaları vardır ve bununla ilgili yakınmalarıyla henüz hekime başvurmuş ve durum henüz odyogramla tespit edilmişse ŞÜPHELİ olarak kabul edilebilir.

SHL İLE BAŞVURAN HASTALARDA RUTİN BİYOKİMYASAL TESTLER YAPILMALI MI?
Rutin kelimesinin buradaki anlamı SHL yakınmasıyla başvuran her hastaya her hangi bir ön değerlendirme yapılmadan tamamen otomatik olarak bazı tetkiklerin istenilmesi anlaşılmalıdır. Yapılacak kan testlerinin sonuçlarıyla tedaviden alınacak sonuçlar arasında bir ilişki yoktur. Rutin testlerden elde edilecek sonuçlarla yanlış pozitif veya yanlış negatif klinik tablolara yönlenilmesi de söz konusu olabilir. Ancak hastanın hikayesine göre seçilerek yapılacak kan testleri tabi ki faydalı olacaktır. Bu nedenle bu hasta grubuna rutin olarak serolojik testler, antikor çalışmaları, kompleman çalışmaları, tiroid fonksiyonları, KC ve Böbrek fonksiyon testler bir kalemde istenilmemeli, seçici davranılmalıdır.

İŞİTME FONKSİYONLARININ SEYRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. PTA veya SRT ile değerlendirilmek istenirse;
    a. TAM CEVAP. SHL gelişmeden önceki eşiklerin 10 dB yakınına kadar düzelme
    b. KISMİ CEVAP. SHL gelişmeden önceki eşiklerin %50 değerine kadar düzelme 
    c. CEVAP YOK. SHL gelişmeden önceki eşiklerin %50 değerinden daha kötü kalma.
2. SHL anındaki odyogram değerlerine göre 10-30 dB daha iyi PTA seviyelerine ulaşma iyileşme olarak önerilmiş.
3. PTA değerlerinde 10-30 dB artış veya WRS (diskiriminasyon skoru) değerinde %10-20 artış iyileşme olarak önerilmiş.
4. Her hastanın kendi içinde değerlendirilmesi;
    a. TAM CEVAP. SHL öncesi seviyenin veya sağlam kulak PTA eşiğine 10 dB içinde ulaşma.
    b. KISMİ CEVAP. İşitme kaybındaki PTA eşiğinin %50 oranında üzerine ulaşma veya 10 dB'in üzerinde iyileşme.
    c. CEVAP YOK. 10 dB'den az değişme.
5. Sağlam kulak eşiğinin %50 değerine ulaşma iyileşme olarak önerilmiş.
6. WRS değerinde yükselme, PTA rakamında küçülme iyileşmedir denilmiş.
7. İşitme PTA değerinin -10 ile 15 dB'lik normal seviyeye ulaşması iyileşmedir denilmiş.
8. WRS skorlarındaki değişimlere göre daha kapsamlı değerlendirmeler de önerilmiş ve karşılaştırma tabloları oluşturulmuştur. Örneğin SHL anında WRS değeri %20 olan bir olgunun tedavi sonrasındaki skoru 50 kelimelik test ile %36'yı geçerse iyileşme, %8'in altında kalırsa kötüleşme olrak kabul edilmiştir. Bu skor değişimleri 25 kelimelik ve 10 kelimelik testler için başka sınırlar şeklinde ayrıntılı referans tabloları oluşturulmuştur (Thornton AR, J Speech Hear Res 1978;21:507-18).

AMERİKAN AKADEMİSİNİN ÖNERDİĞİ REHBERİN ANA MADDELERİ

SHL OLGUSUYLA KARŞILAŞAN DOKTOR;
1. Sensörinöral olguları iletim tipi SHL olanlardan ayırmak,
2. Hastalara ISSNHL gelişimi ve doğal seyri hakkında aydınlatıcı bilgiler vermek,
3. Tıbbi tedavinin faydaları ve riskleri hakkında bilgi vermek,
4. Tedavinin etkinliğine ait mevcut kanıtların yetersizliği hakkında bilgilendirmek,
5. Yeterli işitme cevabı alınamayan hastaları rehabilitasyon teknikleri açısından aydınlatmak.

SSNHL OLGUSUYLA KARŞILAŞTIĞIMIZDA;
1. Bilateral mi, rekürren ataklarla seyreden bir olgu mu, fokal bir nörolojik patolojinin semptomu olup olmadığı aydınlatılmalıdır.
2. Ardışık üç odyogram frekansında 30 dB'in üzerinde sensöryal işitme kaybı olup olmadığı, hikaye ve fizik muayene ile belirgin bir etiyoljik faktör olup olmadığı araştırılmalıdır.
3. MR, ABR ve odyogramlarla retrokohlear patolojileri ekarte etmek için takip etmek.
4. İlk tedavilere cevap alınamayınca intratimpanik steroid perfüzyonu tedavisini önermek.
5. 6 ay boyunca odyogram ile hastaların takibini yapmak.

SSNHL TEDAVİSİ;
1. Sistemik steroid tedavisi önerilmeli,
2. Tanı konulmasını takiben 3 ay içinde hiperbarik oksijen tedavisi önermek.

SSNHL TEDAVİSİ İÇİN ÖNERİLMEMESİ GEREKENLER;
1. Antiviral
2. Trombolitikler
3. Vazodilatatörler
4. Vazoaktif ajanlar
5. Antioksidanlar.

SSNHL OLGULARININ ARAŞTIRILMASINDA ÖNERİLMEYEN TETKİKLER:
1. Başlangıç tetkiki olarak kafa veya beyinden bilgisayarlı tomografi istenmesi,
2. Rutin kan testlerinin istenmesi.

KAYNAK: Otolaryngology Head and Neck Surgery 2012; Mart. doi:10.1177/0194599812436449)

Prof.Dr. Mustafa Asım Şafak
YDÜ KBB Anabilim Dalı Başkanı
YDÜ Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı

22 Kasım 2012 Perşembe

Tıkayıcı Uyku Apnesinde Çok Seviyeli Cerrahinin Güvenliği


Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları (USB); horlama, üst hava yolu rezistans sendromu ve tıkayıcı uyku apnesinden (TUA) oluşan bir hastalıklar spektrumu olarak tanımlanabilir. USB’nin erkeklerde %24, kadınlarda ise %9 oranında görüldüğü bildirilmektedir. Çoğu USB hastasının tanı almadığı bilinmektedir. Orta-ağır TUA’si olan kadın hastaların %93’ünün, erkeklerin ise %82’sinin tanısı koyulmamıştır. TUA’nin kardiyovasküler ve solunum sistemleri üzerine ve nörobilişsel fonksiyonlar üzerine ciddi etkileri olduğu çok iyi belgelenmiştir. USB ile hipertansiyon arasında kuvvetli bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Bunun uyku bölünmesi, gece oluşan hipoksemi (kanda oksijen düzeyinin düşmesi) ve artmış sempatik tonus nedeniyle olduğu düşünülmektedir.


Cerrahi geçirdiklerinde TUA hastalarının hava yolu problemleri ile karşılaşma riskleri yüksektir. Bunun nedeni bu olguların, küçük mandibula, büyük dil, kısa ve kalın boyun yapıları nedeniyle anestezist için güç olgular olması olarak ifade edilmektedir. Ayrıca TUA olguları kas gevşeticilere ve narkotik analjeziklere çok duyarlıdır. Anesteziden uyanır iken solunum depresyonu ve tekrarlayan apneler görülebilir. Narkotik analjezikler kullanıldıktan sonra 4-12 saat süren solunum baskılanması görülebilir. Laringeal ödem ise bazı serilerde %5,7 oranında rapor edilmiştir. Bu durum profilaktik steroid kullanımı ile aşılabilir.


Apne indeksi (AI) 70’den yüksek ve en düşük oksijen konsantrasyonu %80’den düşük olan hastalar ameliyat sonrası komplikasyonlar açısından, özellikle oksijen satürasyon düşmeleri yönünden daha yüksek risk altındadır.


487 hastaya yapılan 1698 cerrahi işlemi değerlendiren bir çalışmada, genel komplikasyon oranı %7,1 olarak bulunmuştur. Komplikasyonların dökümü şu şekildedir:

·         Kanama problemleri (%3,1): Ameliyat sonrası 7-15. günler arasında gelişmiştir. Toplam 15 hastadan 8’inin ameliyathaneye alınması gerekmiştir.  Hiçbirisine kan transfüzyonu gereksinimi olmamıştır. Olguların birinin gingko biloba, birinin ise aspirin kullandığı belirlenmiştir.

·         Kalıcı hipertansiyon (%3,1): Bu hastaların tamamında preop hipertansiyon mevcuttur.

·         Dilde şişlik (%1,8): Tüm olgularda dil askı sütürlerine bağlı olarak oluşmuştur.

·         Oksijen satürasyonunda düşme (%1,2): Tüm hastalarda postop ilk 180 dakikada olmuştur.

·         Negatif basınca bağlı pulmoner ödem (%0,4): Anesteziden uyanırken inspirasyon sırasında tüpün ısırılmasına bağlıdır. İntravasküler sıvı, alveollere çekilmektedir.

·         Hava yolu tıkanıklığı (%0,2): Sadece bir adet burun, damak ve dil cerrahisinin birlikte yapıldığı bir olguda postoperatif 2. günde, ağır öksürük sonrası ağız tabanında başlayan kanama sonrası gelişmiştir. Acilen nazoendotrakeal olarak entübe edilmiş ve 3 gün süre ile sedasyon altında entübe olarak kalmıştır.

·         Nazofarinks stenozu: Hiçbir olguda görülmemiştir.


Tüm TUA olguları ameliyat sonrası en az 3 saat süre ile yoğun gözetim altında tutulmalıdır. Perioperatif CPAP (devamlı pozitif hava yolu basıncı) kullanımı ameliyat sonrası solunum sorunlarının azaltılması için önerilmektedir.  Bu çalışmadaki hastaların ilk grubu burun ve damak cerrahisinin tek seansta yapıldığı olgulardır. Bu grup hastalar ameliyat sonrasında en az 6 saat süre ile hastanede tutulmuştur. İkinci grup hastalar ise burun, damak ve dil cerrahisine tabi olup, en az bir gece hastanede takip edilmiştir.

Makalenin tamamına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz (Pang KP, et al. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 2012;138:353-7).