23 Ekim 2013 Çarşamba

MENIERE HASTALIĞI İÇİN ÖZGÜN BİR ETKEN OLARAK TIKAYICI UYKU APNESİ SENDROMU

GİRİŞ
Uykusuzluğun psikolojik semptomatolojiyi ve stresi artırdığı, gece uyanmayı kolaylaştırdığı ve yaşam kalitesini azalttığı iyi bilinmektedir (Kirby 2012, Horner 2002). Meniere hastalığı ile stres arasındaki ilişki iyi anlaşılmasına rağmen, uykusuzluk ve Meniere ilişkisi çok açık değildir. Meniere hastalarında uykusuzluk sorunuyla sık karşılaşılmasına rağmen, uyku kalitesini inceleyen çok çalışma bulunmamaktadır. OSAS'ın Meniere veya diğer nörotolojik etkileri PSG kullanılıncaya kadar incelenmemiştir. OSAS ile uyku kalitesinin bozulması arasındaki ilişkiyi irdeleyen ilk derlemeyi yayınlıyoruz.

UYKU MENIERE HASTALIĞINI NASIL ETKİLER
Meniere hastaları genellikle dizzinnes veya tinnitus nedeniyle uykularının bölündüğünden yakınırlar. Meniere hastaları iyi bir uyku çektiklerinde dengesizlik ve işitme yakınmalarının daha az olduğunu ifade etmektedirler. Stresin Meniere semptomlarını tetiklediği görülmüştür. Meniere hastalarında stres hormonları yüksek bulunmaktadır, ancak bu hormonların yüksekliği hastalığın sebebinden çok kronik bir hastalığın neden olduğu sonuç olarak düşünülmektedir. Meniere hastalığı ve stresin birlikte anksiyete ve depresyon gibi psikosomatik semptomlara neden olduğu iyi bilinmekte iken uykusuzlukla ilgisi açık değildir. Meniere hastalarının yaklaşık %40'ı yetersiz uyumaktan yakınmaktadır (Green 2007). Nottingham Healt Profile, Meniere hastalarının, tinnitus hastalarına göre daha fazla uyku problemleri olduğunu göstermişlerdir (Holgers 2001). İnsomnia (uykusuzluk) aslında bir tür uyuyamama değil, gece ve gün boyunca aşırı uyarılma (hyperarousal) durumudur. 
Meniere hastalarındaki uyku problemleri PSG ile ilk defa Nakayama ve ark.(2010) tarafından incelenmiştir: Meniere hastalarının total uyku zamanı kontrol grubundan daha uzun; 2.stage uyku daha uzun, stage 3+4 toplamı daha kısa bulunurken, 1.stage ve REM için fark bulunmamış. Arousal indeksi Meniere'de belirgin derecede yüksek bulunmuş. Meniere hastalarında %15 OSAS, %9 periodic limb movement disease görülmüş.
Stres için psikoterapi uygulamalarının Meniere için faydalı olduğu gösterilmiştir ancak Meniere hastalarında uykunun iyileştirilmesine yönelik tedavilerin fiziksel ve mental stres üzerine olan etkileri pek incelenmemiştir. 

MENIERE HASTALIĞI NEDENİ OLARAK OSAS
OSAS gün boyu uykuluk hali oluşturan en sık organik hastalıktır. Prevelansı 40-65 arası erkeklerde en sık görülür. Orta yaşlı erkeklerin yaklaşık %20'sinde OSAS bulunabildiği, daha yaşlı grupta uykuya bağlı solunum problemlerinin %24-40 oranlarına ulaştığı rapor edilmektedir (Bişler 1998, Ancoli-Israel 1994). Meniere hastalarında OSAS görülme oranı normal popülasyonun yaklaşık iki katı olarak %15 oranında görülmektedir. 
Meniere hastalığı için benzodiazepinler, hipnotikler, kas gevşeticiler, anksiyolitikler ve antikonvulsanlar kullanılabilmektedir. Bu tür ilaçlar OSAS semptomlarını artıracaktır. Böylece artan uyku problemi ile Meniere hastalığı agreve olacak ve kısır bir döngü başlayacaktır. 
Vasküler oklüzyonun Meniere semptomlarını artırdığı görülmektedir. Burada OSAS durumu artırıcı  bir faktör olabilmektedir. Gortan (2000) dopler USG ile Meniere hastalarında vertebral arterial dolaşım bozuklukları ile işitme bozuklukları arasında korelasyon olduğu gösterilmiştir. Dolaşım bozukluğu sonucu endolenfatik kese ve kanalda yetersiz endolenf dolaşımı ve emilimine neden olabilmektedir. Son çalışmalardan birinde intratimpanik latanoprost (prostoglandin F20 analoğu, glokom için göz damlası olarak preparatı var - Xalatan) enjeksiyonunu takiben kohlear kan akımı azalmakta ve işitme problemleri oluşmaktadır.
OSAS'a bağlı hiporsi nedeniyle KVS problemleri ve nörolojik rahatsızlıklar oluşabileceği bilinmektedir. Bu durum nörotolojik problemlere de yol açabilecektir. Sowerby ve ark (2010) Epworth Uyku Skalası, Berlin Anketi ve Çokdeğişkenli Apne Risk İndeksi kullanarak idiopatik dizzy hali ve gün boyu uykululuk arasında ilişki olabileceğini göstermişlerdir. 
Gallina ve ark (2010) OSAS ve buna bağlı hipoksinin periferal ve santral vestibüler sistem üzerine oluşturğu etkileri vestibüler fonksiyonları değerlendirerek  göstermiştir. 

OLGU 1
2 yıldır vertigo ve sol tinnitus yakınmaları olan 60 yaşındaki erkek hastada (BMI 24,7) solda 15 yıl önce AİK olarak başlayan 83.8 dB SNIK mevcut. Sol kalorik test cevapları alınamamış. AHI 24,7 bulunmuş. Hastaya manual titrasyonlu CPAP önerilmiş ve daha ertesi gün vertigo atakları ve tinnitusu düzelmiş. Hatta işitme kaybının kalıcı olduğunu kabul eden hastada sürpriz bir şekilde 1 yıl içinde işitme eşikleri 28.8 dB'e, kalorik cevapları %30'dan %70'e artış göstermiştir.

OLGU 2
11 aydır devamlı vertigo ve sol işitme kaybı yakınmasıyla başvuran 50 yaşındaki  erkek haen stada ortalama işitme eşiği 38.8 dB bulunmuş. Kalorik testte sol kulaktan cevap alınamıyordu. AHI 20 bulunmuş. Manuel titrasyonlu CPAP önerilmiş ve ertesi günden itibaren vertigo atakları azalmıştır. AHI 6 ay içinde 1.2'e, işitme eşiği 13.8 dB, kalorik cevapları %50'lere ulaşmıştır. Hasta bu süre içinde 5 kg kilo vermiştir.

ŞİMDİ NE YAPMALIYIZ
Burada rapor edilen gibi hafif OSAS olgularında Meniere benzeri vestibüler bulgulara rastlanılabilmektedir. İkinci olgumuz kilo vermenin de tablonun düzelmesinde etkili olduğunu göstermektedir. Meniere hastalığı da en çok kilo alınmaya başlanan orta yaşlarda görülmekte ve bu durum OSAS nedeni de olabilmektedir. Bu olgular Japon ırkından olup, BMI çok yüksek değildi. Asya ırkında OSAS etkeni olarak obeziteden çok kraniofasial yapı bozuklukları görülmektedir. Biz artık vestibüler kliniğimize başvuran hastaların uykuları ile ilgili daha ayrıntı sorgulama yapmaktayız. Çeşitli anketlerle uyku kaliteleri araştırılmakta, PSG yapılmakta, CPAP ve endike olgularda cerrahi planlanmakta, uyku problemi için kas gevşetici olmayan hipnotikler (eszopiclone-LUNESTA, zolpidem-AMBIEN, melatonin) önerilebilmektedir.

KAYNAK
Nakayama M, Kabaya K. Curr Opin Oktolaryngol Head Neck Surg 2013; 21:503-8.


-- 
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90





--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


8 Ekim 2013 Salı

KOHLEAR İMPLANT CERRAHİSİNDE İŞİTMENİN KORUNMASI İÇİN OHLEOSTOMİ Mİ YUVARLAK PENCERE YAKLAŞIMI MI?

Residual işitmesi bulunan olguların implant uygulamasına uyumlarının artmasıyla kohlear implantasyonların endikasyonlarında önemli artışlar görülmektedir. Son onyılda çeşitli gruplar değişik elektrodları bulunan implantların kohleadaki residual işitmenin korunmasıyla takılmasına yönelik teknikleri geliştirmekte ve akustik ile elektriksel konuşma işlemcilerin kombine kullanımlarını araştırmaktalar.(Grantz 2009, Lenarz 2009, Skarzynski 2007, 2009, Gstocttner 2004). Bu amaçla daha kısa, daha fleksible ve daha kısa hibrid elektrodlar geliştirilmiştir. 

Elektrodlardaki değişiklik kadar, implantasyonun tekniği de kohleanın mümkün olduğunca korunmasına yönelik geliştirilmektedir. Son iki implantasyon tekniği soft kohleostomi ve yuvarlak pencere implantasyonudur. Soft kohleostomi tekniği 1993 yılında Lenhardt tarafından geliştirilmiştir: yuvarlak pencerenin antero-inferior bölümünden yapılan soft kohleostomi ve kayganlığı artırıcı hyaluronic asit (Healon) kullanılması tanımlanmıştır.(HNO 1993;41:356) Yuvarlak pencere implantasyonu özellikle daha rijid ve düz elektrodlar kullanıldığında osseöz spiral laninaya zarar verebilmektedir. Daha ince ve yumuşak elektrodların gelişmesiyle bu yol tekrar gündeme gelmiştir. Yuvarlak pencere yoluşla sadece membrana secondoria üzerine küçük bir insizyon yapılması yeterli olmakta, turlamaya ve bunun oluşturduğu vibrasyon travmalarını önlemekte, kemik tozlarının kaçma ihtimali önlemekte ve elektrodun scala vestibüliye geçme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Her iki implantasyon tekniğinin kohleadaki etkileri temporal kemik çalışmalarıyla karşılaştırılmış ve osseos spiral laminaya, modiolusa veya basilar membrana etkileri arasında histolojik farklar bulunamamıştır. Ancak özellikle düşük frekanslı kohlear rezervin hangi teknikte daha iyi korunduğu 

METOD
Ocak 2012 yılına kadar yayımlanmış olan elektronik olarak ulaşılabilen 16 çalışmada toplam 170 olguya ait sonuların derlemesi yapılmıştır. Hiç bir çalışmada iki tekniğin karşılaştırılması yapılmamıştır. Çalışmaların metodolojik kalitesi, bu çalışmanın bias değerini artırıcı faktör olabilir. Çalışmalar arasındaki farklar cerrahlar arasındaki farklardan da kaynaklanıyor olabilir.

SONUÇLAR
Kriterlere uygun 16 çalışmada Med-El FlexEAS elektrod, Med-El Flexible Soft elektrod, Med-El Medium elektrod ve Med-El standard elektrodlar kullanılmıştır.
Düşük frekanslardaki preoperatif işitme rezervlerinde 125-500 Hz aralığında 10-30 dolaylarında tekniğe bağlı olmayan kaymalar olmuştur. Preoperatif eşiklerin tam korunması kohleostomi tekniğinde %0-40 oranında, yuvarlak pencere tekniğinde %13-59 oranında gelişmiştir.

TABLO: ORTALAMA EŞİK KAYMALARI
Frk    KOHLEOSTOMİ                        YUVARLAK PENCERE
Hz     StandardM  FlexEAS  FlexSoft   StandardM  FlexEAS  FexSoft
125      14(34)        17(19)      14(9)          8(35)         9(35)       10(1)
250      15(37)        24(19)     18(13)        15(35)        15(35)      10(1)
500      16(37)        28(17)     16(13)        22(35)        21(35)      15(1)
PTA     15(34)        20(17)     19(14)        15(35)        15(35)      23(12)

SONUÇ
Eldeki sonuçlar preoperatif işitme rezervinin korunması açısından kohleostomi ile yuvarlak pencere tekniği arasında fark olmadığı yönündedir. Ancak karşılaştırmalı çalışmalar henüz yoktur.

KAYNAK
Havenith S, Lammers MJW, Tange RA, et.al. Otol Neurotol 2013; 34:667-74.
--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


7 Ekim 2013 Pazartesi

Vokal Fold Lezyonlarının Genetik Tanımlanması: Lökoplaki ve Karsinoma

Laringeal yassı hücreli karsinom (SCC) olgularında yaşam süresini belirleyen en önemli faktör erken tanıdır. Hangi prekanseröz lezyonların daha çok risk içerdiğini gösteren tanısal işaretleyiciler henüz bulunmamaktadır. Vokal fold lökoplakilerinde malign transformasyon riski %8’dir. Risk altında olan hastaların hangileri olduğuna dair bulgular henüz net değildir. Güncel olarak kullanılan yöntem doku örneğinde displazi varlığını ve derecesini ortaya koymaya yöneliktir. Örnekleme ve değerlendirme hatalara açıktır. Örnekleme sırasında lökoplakisi olan hastaların %50’sinde displazi bulunmaktadır, ancak, bunların bir kısmının yaşamlarının bir döneminde displazi geliştireceği de aşikardır.
Geleneksel tanı yöntemleri mükemmellikten uzaktır. Eğer hekim, takip etmeyi uygun görürse ve riskli bir hasta takibe gelmezse ilerleyen zaman içerisinde agresif bir tümör gelişebilir. Aksine, hekim radyoterapi ya da cerrahi önerirse, hiç bir zaman larinks kanseri geliştirmeyecek bir olguda gereksiz bir laringeal hasar oluşturulabilir.
Vokal foldlarda tümörogeneze ilerlemenin genetik alt yapısı hakkında bilgilere sahip olunması, güvenilir ve öngörüye olanak sağlayan tanı kriterleri oluşturulmasını sağlayabilir. Genetik ekspresyon markerları kullanılarak keratotik kanseröz olmayan lezyonların invaziv karsinomdan ayırt edilmesi hipotezine dayanan bir çalışma yapılmıştır.
Hiçbirisnden daha önce biyopsi alınmamış, klinik tanıları vokal fold lökoplakisi olan, histopatolojik tanıları displastik olmayan keratotik epitel (ND) (n=7), displastik keratotik epitel (DYS) (n=3), ve invaziv karsinom (CA) (n=7) olan hastalarda 84 adet kanser pathway geni ekspresyonu gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile çalışılmıştır.
4 genin (Insulin-like growth factor 1 [IGF-1], Matrix metalloproteinase 2 [MMP-2], S100 Calcium binding protein A4 [S100A4], Ependymin related protein 1 [EPDR1]) DYS grubunda ND grubuna göre istatiksel olarak daha fazla eksprese edildiği görülmüştür. IGF-1, 8,5 kat artış ile ekspresyonu artan gendir.7 genin CA grubunda DYS grubuna göre daha fazla (en önemlisi 47 kat artan MMP-1 genidir); 31 genin ise CA grubunda ND grubuna göre yüksek oranda (en önemlisi 37 kat artan MMP-1 genidir) regüle edildiği bulunmuştur.
Matriks metalloproteinazları (MMP-1, MMP-2, MMP-9) ekspresyonunun grupları istatiksel olarak ayırt etmek te olduğu ve hücre dışı matriks yıkımı ve anjiogenezin arttırılmasını ifade ettiği görülmektedir. Genetik değişikliklerin bu şekilde tanınması ile vokal fold tümör oluşumu hakkında  ileride önemli tanısal kriterler ortaya koyulabilir.

Barlett RS, et al. Genetic characterization of vocal fold lesions: leukoplakia and carcinoma. Laryngoscope 2012; 122(2):336-42. 

Doç.Dr. Haldun OĞUZ
www.haldunoguz.com